Ketojenik Diyet Nedir?
İnsanlar her zaman kısa sürede fazla kilo kaybını amaçlar ve farklı diyet yöntemlerinin peşinden koşarlar. Bu noktada önemli olan doğru ve yanlış yöntemi ayırt etmek, diyet modellerini güvenilir biçimde uygulamaktır. İnternete “Diyet” yazıp araştırdığınızda karşımıza 33.600.000 sonuç çıkar. Bu alanda bilgi kirliliğinin ne kadar fazla olduğunu açıklamak için daha fazla söze gerek yoktur diye düşünüyorum. Niyetim bu mecrada sizlere beslenme hakkında doğru ve güvenilir bilgiyi aktarmak, bu yazımda ise sizlere son zamanların en popüler diyet modellerinden biri olan ketojenik diyeti anlatacağım.
Aslında bu model ilk olarak Dr. Wilder tarafından 1921 yılında geliştirildi ve ilaca yanıt vermeyen epilepsi hastalarının tedavisinde kullanıldı (ki günümüzde de hala kullanılır). Sonrasında kilo verme noktasında da etkisi olduğu fark edildi. Atkins Diyeti, modifiye Atkins diyeti, düşük glisemik indeks diyeti gibi farklı türleri de bulunmaktadır.
Peki Nedir Bu Ketojenik Diyet?
İnternette arattığınız zaman çok farklı sonuçlara ulaşabilirsiniz ancak en kapsamlı tanımı ise şudur; 50 gr. altında karbonhidrat içeren her diyet türü ketojenik diyet olarak adlandırılır. Küçük bir inceleme yaparsak, 2 ince dilim ekmeğin bile 30 gr. karbonhidrat içerdiğini görürüz. Kaldı ki 1 porsiyon süt bile 9 gr. karbonhidrat içermektedir. Yani layıkıyla yapıldığı zaman ketojenik diyet son derece kısıtlı bir beslenme modelidir.
Bu modelde vücudun “Ketozis” haline girerek, yani karbonhidrat alımı kısıtlanarak vücudun temel enerji kaynağının yağ olması hedeflenir. Normal fizyolojik durumda ilk olarak karbonhidratları kullanan metabolizma, karbonhidrat yokluğunda açlık durumuna benzer bir davranış göstererek hızlı bir şekilde yağları yakmaya başlar. Klinik çalışmalar göstermektedir ki ilk birkaç haftada ketojenik diyet gerçekten de kayda değer bir kilo kaybı sağlar ama ya sonra? Literatür kilo verme konusunda ketojenik diyet hakkında bize ne söyler? Yapılan birçok çalışma düşük sayıda katılımcı ile ve kısa süreli (12 hafta) olarak yürütülmüştür. Doğru biçimde uygulandığında bireylerin kilo kaybettiği görülse de bir sene sonrasında diğer diyet modellerine göre kilo kaybı noktasında bir üstünlüğünün olmadığı bilinmektedir. Hatta beslenmenin kısıtlılığından dolayı kişiler lif anlamında eksiklik yaşamakta ve bu durum da bağırsak sağlığını olumsuz etkilemektedir. Üstelik ketojenik diyette yağ türü ağırlıklı olarak doymuş yağlardan tercih edildiği zaman bu durum kan yağlarını ve kolesterolü arttırmaktadır.
Son olarak tıp biliminin en temel ilkelerinden birini paylaşmak isterim. “Primum non nocere” yani “Önce zarar verme” Beslenme için de aynısı geçerlidir, kilo kaybı uğruna bireyin sağlığından olması kabul edilemez. Buradan ketojenik diyetin zararlı, kötü bir beslenme yöntemi olduğu, bunu uygulayan profesyonellere karşı olumsuz bir görüşte olduğum fikri çıkmasın. Söylemek istediğim şudur ki ; bir beslenme modeli uygulanırken bunun sürdürülebilirliği de muhakkak ön planda tutulmalıdır. Farklı modeller ile kilo kaybında zorlanan bireyler için denenebilir ancak bu noktada muhakkak bir diyetisyenden destek alınmalıdır.
Herkese sağlıklı günler diliyorum. Bir yazımda tekrardan görüşmek üzere hoşça kalın.